kitapciamca.tr.gg.tr.gg / cunobag2.tr.gg / cunobag3.tr.gg /



     destek olun
     yardim sayfasi
     Ana Sayfa
     Ziyaretçi defteri
     hakkimda
     WEBMASTER
     kod editoru
     Tasarimlar
     il tasarimlari
     Arka planlar
     Butonlar
     html kodlari
     javascript
     Site ekle
     Link ekle
     gifler
     EGLENCE
     yazılarım
     hayat dersi
     sirli olaylar
     resimler
     hikaye
     siirler
     ilginc resimler
     İz Birakanlar
     devrimciler
     öyküler
     komedi
     gerekli linkler
     ....
     DERSLER
     edebiyat
     ingilizce
     fen bilgisi
     matematik
     fizik
     kimya
     biyoloji
     sosyal
     tarih
     turkce
     cografya
     psikoloji
     görsel sanatlar
     teknoloji ve tasarim
     MUZIK
     müzik nedir
     muzik dinle
     heavy metal nedir
     heavy metal
     .
     site haritasi



- yavuz sultan selim 3


Bütün dostane çabalarina ragmen, savas olmadan kurulmasini istedigi bu birlik, bir türlü saglanamiyordu. Bunun içindir ki, birlik davasinin gerçeklesmesi ve bu düsünceyi fiile geçirip tercüme edecek olan vâsita da kiliçtan baskasi degildi. O, bu kilici kimlere çalacagini da çoktan planlamis bulunuyordu. Zira o, bu birlige engel olmaya çalisanlari çok iyi taniyordu. Bu bakimdan onlarla gerektigi sekilde mücadele etmeliydi. Önce, büyük hayal ve ümitlerle, yalniz ordularini degil, akide (inanç) ve mezheplerini de seferber etmis olan Iranlilar'i hizaya getirecek, sonra da oynak ve iki yüzlü bir siyaset takip ederek Suriye ile Misir'in arasina gerilmis olan Dulkadirogullari'ni ortadan kaldirip güney yolunu açacakti. Böylece sira, "Sâhib-i Haremeyn" ünvanini tasiyan Memlûk Devleti ile ugrasmaya gelecekti. Fakat bu bahadir ve cesur insanlarla savasmak belki de harp tarihinin ender gördügü cenklerden biri olacakti. Bununla beraber hem gözünü hem de gönlünü Sark'a ve Sark'i tek elde toplmaya dikmis olan hükümdar, "Sâhib-i Haremeyn" ünvanini, Memlûk Sultani'nin elinde birakmama azminde idi.

Yavuz Sultan Selim'in bu düsüncesini degerlendirdigimiz zaman onun, Güney ve kismen Dogu Siyasetini üç baslik altinda ele almak gerekir. Bunlar:

1. Dulkadirogullari Beyligi'nin Ortadan Kaldirilmasi,

2. Diyarbekir'in Zapti,

3. Memlûk Devleti ile Olan Münasebetler ve Bu Devletin Ortadan Kaldirilmasi.

DULKADIROGLU BEYLIGI'NIN ORTADAN KALDIRILMASI

Iran seferine çikan Yavuz Sultan Selim, Alaüddevle'nin, Sah Ismail'e karsi olan husumetinden dolayi, kendi saflarinda harbe katilmasini istemisti. Fakat Alaüddevle bu istegi kabul etmedigi gibi kendisine tabi bazi asiret kuvvetlerini, Osmanlilarin zahire kollarini vurmak için görevlendirmisti.

Daha önce, Osmanlilarin yardimi ile Dulkadir Beyi olan Sehsuvar Bey, ugradigi maglubiyet üzerine Kahire'ye götürülüp orada idam edilmisti. Osmanlilara siginip iltica etmis olan oglu Ali Bey, devlet hizmetine girmis, gerek Çaldiran'dan önce, gerekse bizzat Çaldiran'da büyük hizmetler görmüstü. Bundan dolayi padisah tarafindan, Gedik Ahmed Pasa'ya ait olup hazineye alinmis olan bir altin kiliç ile taltif edilmisti. Bundan baska, Alaüddevle'nin elinden alinacak yerlerin Ali Bey'e verilmesi de padisah tarafindan va'd olunmustu. Nitekim Çaldiran Seferi'nden dönülürken Kayseri ve Bozok sancaklarinin ikisi de Ali Bey'e verilir. Böylece o, Dulkadir Beyligi'nin sinirlarindaki bölgeye tayin edilmis olur.

Sehsuvaroglu'nun bu iki sancaga tayininden süphelenen Alaüddevle, bu durumu Memlûk Sultani'na sikâyet eder. O da Sultan'in, Kemah üzerine sefere gittigi bir sirada Yavuz'a elçi gönderip bu halden sikâyet etmis ve Ali Bey'in o sancaklardan alinmasini rica etmisti. Buna karsilik Yavuz Sultan Selim, Alaüddevle'nin elinde bulunan Dulkadir ülkesinin kendisinden alinip Ali Bey'e verilecegini bildirir. Bu haber, Memlûk hükümdarini epey tedirgin eder.

Yavuz Sultan Selim, Kemah'i alip Sivas'a geldigi sirada Rumeli Beylerbeyligi'ne tayin ettigi Hadim Sinan Pasa'yi 40.000 kisilik bir kuvvetle Dulkadir üzerine gönderir. Bu arada Sehsuvar oglu Ali Bey'i de bu birlige rehber ve öncü olarak tayin eder. Kendisi de onlari takiben Ürgüp'le Kayseri arasindaki Incesu'ya gelip bekler.

Sinan Pasa'nin, Dulkadir hududlarini geçtigi haberini alan Alaüddevle Bey, karsi koymak için muharebeye hazirlanir. Fakat Göksun muharebesinde bozularak sür'atle kaçip Elbistan'in güneyindeki Turna Dagi ( Nurhak )'na sigindiysa da takip olunur. Son defa burada yapilan savasta basta kendisi ile dört oglu ve beylerinden otuz kadari maktul düser.

Böylece Dulkadir Beyligi, tamamen zapt edildikten sonra basta Maras ve Elbistan olmak üzere, bir sancak itibar edilerek, Osmanlilarin yüksek hâkimiyeti altinda kalmak üzere Sehsuvaroglu Ali Bey'e verilir. Dulkadir ailesini bir hamlede ortadan kaldiran Hadim Sinan Pasa, bu hizmetine karsilik olarak, münhal bulunan vezir-i a'zamliga tayin edilir.

Osmanlilar, Dulkadir topraklarini elde etmek suretiyle Memlûk Devleti'ne bagli günümüzde Suriye denilen bölge ile el-Cezire mintikalarini tehdid edebilecek duruma gelmislerdi. Zira artik onlarla ayni sinirlari paylasmaya baslamis oluyorlardi. Bu da Osmanli - Memlûk savaslarini hazirlayan sebeplerden biri olarak kabul edilmektedir.

a. Istanbul'da Alinan Bazi Tedbirler

 

Dulkadir Beyligi'nin, Osmanli mülküne ilhakindan sonra Istanbul'a dönen Yavuz Sultan Selim, devlet yönetiminde gördügü birtakim aksakliklari gidermek için bazi tedbirlere bas vurma ihtiyacini hisseder. Bu tedbirlerden biri yeniçeriler, digeri de Haliç Tersanesi ile ilgiliydi. Bu konularda yeni düzenlemelere gitmek zorunda oldugunu hisseden hükümdar, Misir'a gitmeden önce bu isleri tamamlamaliydi. Bir kere, firsat buldukça ayaklanan, yagmalara, fitnelere ve isyanlara kalkisan ordunun içinde bir islâthat yapmak ve bu arada donanmayi da güçlendirmek gerekiyordu. Zira, Arap ordularinin, bir zamanlar Akdeniz'de bir Müslüman hâkimiyeti kurmak için, kara ordusu kadar deniz kuvvetlerine de ihtiyaç duymus oldugunu, tarihten ögrendigi gibi tecrübeleri de onun bu fikrini destekliyordu. Plan ve hesaplarini, iyi bir idarî kavrayis ve askerî anlayisla düzenleyen Pâdisah için, mâzinin dogru ve yanlis hareketleri, kulak verilmesi gereken iki önemli sâhid demekti.

YENIÇERI AGALIGINDA ISLÂHAT

Dulkadir Beyligi'nin ilhakindan sonra Istanbul'a dönen Pâdisah, gerek Çaldiran öncesi, gerekse Amasya'da asker tarafindan meydana gelmis olan yagma, serkeslik ve isyan hareketleri üzerine bazi tedbirler alip derhal uygulamaya koyma zaruretini duymustu. Bu bakimdan o, askeri tam bir disiplin altina alip ocagi islâh etmek arzusunda idi. Bu sebeple, ocak üzerinde an'ane geregince büyük bir nüfuzu bulunan ocak ihtiyarlarini huzuruna çagirarak Amasya'daki itaatsizligin müsebbiblerinin kimler oldugunu sorar. Bunlar, yine ocak anlayis ve yardimlasmasi geregi olarak "Cümlemüz mücrimüz, devletlû Hüdâvendigâr'dan afvumuzu reca eylerüz" diye cevap verirler. Onlarin bu cevaplari ocak an'anesine uygundu. Pâdisahin, devlet ricalini bu yolla sorguya çekmesi, ortaya bir takim isimler çikardi. Bunlardan Iskender Pasa ve Sekbanbasi Balyemez Osman Aga idam edildiler. Kadiasker Tâcizâde Câfer Çelebi, "Ilmiye Sinifi"ndan oldugu için, huzura çagirilip, kendisine "Islâm askerini itaatsizlige ve isyana tesvik edenin cezasinin ne oldugu" sorulur. O da "sâbit ise ser'an siyaset edilmesi gerekir" cevabini verince l8 Agustos l5l5'te siyaset edilir.Adi geçen devlet adamlarini siyaset etmekle beraber Yavuz, büyük hatip, sair ve Türk insa mektebinin (ekol) büyük temsilcilerinden biri olan Tâcizâde'nin ortadan kaldirilmasina çok üzülür. Yavuz, derin bir tahkikat sonucu, isyan tesvikçileri olarak gördügü sahsiyetleri ortadan kaldirdiktan sonra Yeniçeri Ocagi'nin islahi için, ihtiyarlarla anlasip bazi tedbirler alir. Buna göre, bundan böyle "Yeniçeri Agasi", saray tarafindan, ocak erkân-i harbiyesi de, saltanat makaminca tayin edilecekti. Bu suretle, yüksek kumanda heyetini, daha siki baglarla saltanat makamina bagladi. Bütün bu çalismalar, Selim'in, yorulmak bilmeyen gayretlerinin, idaredeki tezahürlerini bize aks ettiren görüntülerinden baska bir sey degildir. Benzer gayretleri, devlet kademelerinin her safhasinda görmek mümkündür.

HALIÇ TERSANESININ GENISLETILMESI

Yavuz Sultan Selim, aldigi askerî islâhat tedbirlerinden sonra, deniz kuvvetlerinin gelistirilmesi ve Venedik ile Ispanya donanmalarindan daha üstün bir duruma gelmesini istiyordu. Güçlü bir donanmaya sâhip olmak için de Haliç Tersanesi'nin, günün sartlarina göre genisletilmesini düsünüyordu. O, bir taraftan asker üzerindeki tesirini artirirken, bir taraftan da devletin durumuna göre kifayetsiz kalan deniz gücünün yeniden kuvvetlenmesine çalisiyordu. Iran Sahi üzerine açilan sefer esnasinda ordunun yiyecegini Trabzon'a kadar götürmek için kullanilan donanma, bu is için yeterli olmadigi gibi Hiristiyan donanmalarina karsi koyacak güçte de degildi.

Sehzâdelik yillarindan beri çok az bir uyku ile yetinip, kitap mütalaasi ve tefekkürle mesgul olan Pâdisah, bir gece yarisi Vezir Pirî Pasa'yi çagirarak, ona Tersanenin genisletilme fikrini açarak "Bu akreplerin (Hiristiyan devletlerin), denizi gemilerle örttüklerini, Rumeli sahillerinde Venedik, Papalik, Fransa ve Ispanya bayraklarinin dalgalandigini, bunun da vezirin tenbelligi ile kendisinin müsamahasindan dogdugunu, artik güçlü ve çok sayida gemiden mütesekkil bir donanma sahibi olmak istedigini" söyler. Pasa, "bunu, kendisinin de düsündügünü, yarin Divân'a girdigimizde diger vezirler ile özellikle beni tekdir etmenizi ve hemen tersane insasi ile 500 harp gemisinin techizi için emir vermenizi, bu hareketin Frenkleri korkuya dûçar edip, onlari muâhedelerini yenilemeye ve vergilerini vermeye zorlayacagini, bu suretle masrafin küffârin altinlariyla karsilanacagini beyan ile en fazla 40 kadirganin denize indirilmesinden sonra Frenklerin, muâhedelerini yenilemek ve vergilerini vermek için birbirleriyle yarisacaklarini" söyler. Böylece Haliç'te l60 gözlü, büyük bir tersane vücuda getirilerek gemilerin insaasina baslanir. Böyle bir tesebbüsün yerinde oldugu anlasiliyor. Çünkü henüz gemiler bitmeden Avrupa devletlerinden bazilari muâhedeleri yenilemeye ve vergi ödemeye baslarlar. Pirî Pasa'nin görüsü dogrultusunda Macaristan Osmanlilarla bir senelik mütareke imzalar. Lehistan da anlasmaya dahil olanlardan olur. Eflak Prensi de vergi verecegine dair Pâdisah'a arzda bulunur. Bütün bu gelismeler, Misir'a el atma arzusunda olan Pâdisah'a lüzumlu donanma ile Avrupa barisini sagladi. Bu tesebbüsler, Yavuz'un siyasî yönünün büyüklügünü ve onun azametini göstermeye kâfidir.

Bu tedbirlerin, görünüste Iran'a karsi yapilacak yeni bir seferin hazirliklari oldugu etrafa duyurulmus ise de, gerçekte Yavuz Sultan Selim'in, büyük bir önem verdigi Sark (Dogu) ticaretini, Kizildeniz'in güney kapisini (Bâbu'l-Mendeb) dahi ele geçirip kapayan Portekiz donanmasina karsi koruma hususunda acz gösteren ve elinden bir sey gelmeyen Memlûk Devleti aleyhine harekete geçmis bulunuyordu. Öyle anlasiliyor ki, Kizildeniz'i kapatan Portekiz donanmasina karsi bir varlik gösteremeyen Memlûk Devleti, Portekiz donanmasinin, Mekke'nin liman sehri olan Cidde'ye gelmesine de mani olamayacakti. Bu da "Haremeyn"in, tehlikeye girmesi demekti. Böylece, Islâm âleminin kalbi durumundaki bölge, bütün bir Islâm dünyasini mateme bogacak ve onu huzursuz bir hâle getirecekti. Gerçi, l508 yilinda Hindistan'in Saul limanindaki savasta, Memlûk donanmasi Portekizlilere ait birlikleri hezimete ugratmisti. Ancak Portekizliler, Misir donanmasina büyük bir zayiat verdirerek bunun intikamini aldilar. Onlar sadece bu intikamla kalmadilar, l5l3 yilinda Aden'i de ele geçirdiler. Kansu Gavri, onlarla savas için yeni bir donanma hazirladi. Bu donanma için gerek gemi malzemesi, gerekse silah olarak Osmanlilardan büyük ölçüde yardim aldi. Süveys'te tamamlanan ve Selman Reis komutasina verilen bu donanmaya 2000 Osmanli denizcisi de katilmisti. Memlûk idaresinin bu konudaki zayifligini bilen Yavuz Sultan Selim, hem bu yüzden, hem de yukarida temas edilen konulardan dolayi büyük bir donanmanin insaasini emr etmisti. Nitekim, Misir'in zaptindan hemen sonra kurulan Süveys donanmasi ile Kizildeniz'e açilmasi bunu teyid etmektedir.

DIYARBEKIR VE GÜNEY DOGU ANADOLU'NUN ZAPTI

Yavuz Sultan Selim'in, Çaldiran'da Sah Ismail'e karsi kazandigi zafer, bir manada, Güney Dogu Anadolu'yu da Osmanli Türkleri'ne açmis ve bölgeyi Siî tehlikesi ile Iran kültürünün hâkimiyetinden kurtarmisti. Bu sirada Dogu Anadolu'da, Çaldiran zaferinin meyvelerini toplamak için çalismalar yapiliyordu. Zira o bölgede yasayan, Sia baski ve nüfuzundan nefret eden Sünnî Kürd ve Türkmen ahali, Iran hegemonyasini kirip Osmanlilara baglanmak istiyordu.

Ele aldigimiz dönemde, Güney Dogu Anadolu'nun merkezi, o zamanki ismiyle "Âmid" denen Diyarbakir sehri idi. Bu sehir, hem tarihî, hem de stratejik önemi büyük bir sehir idi. Sayet Osmanlilar burayi elde edebilirlerse o zaman devamli olarak bölgeyi Iran tehdidinden kurtarabilirlerdi. Bu gayenin tahakkuku için Diyarbakir'in alinmasi kararlastirilinca Osmanli idaresini Siî Iran idaresine tercih edip Osmanlilara iltica eden meshur âlim ve tarihçi Idris-i Bitlisî vâsitasiyle bütün bölgenin sulh yoluyla alinmasi için çesitli tesebbüslerde bulunulur. Biraz sonra görülecegi gibi bu tesebbüslerde basari saglanir.

Gerçekten, Çaldiran meydan muharebesinden sonra halkinin büyük bir kismi Sünnî olan Dogu Anadolu beyleri, Yavuz Sultan Selim'in tarafini tutmuslardi. Basta Diyarbekir olmak üzere birçok sehir kapilarini Osmanlilara açmisti. Ancak bazi sehirler, bu arada Mardin, Iran kuvvetlerinin elinde kalmisti. Biyikli Mehmed Pasa, Diyarbekir beylerbiyligine getirilerek bu bölgenin idaresi onun yönetimine verilmis ve meshur tarihçi Idris-i Bitlisî de bu konuda yardim etmek üzere bas müsavir olarak onun yanina verilmisti.

Sah Ismail, Osmanli ordusunun ayrilmasindan sonra kaçip gizlendigi yerden çikip tekrar Tebriz'e dönünce Diyarbakir'a, Çaldiran seferinde maktul düsen Ustacluoglu Mehmed Han'in yerine onun kardesi Karahan'i yollamis, o da Diyarbakir'i muhasara altina almisti. Yavuz, buranin muhasaradan kurtarilmasi için mirahur iken 92l (m. l5l5)'de Erzincan, Bayburd, Sebinkarahisar ve Trabzon havalisi kendisine verilen Biyikli Mehmed Pasa'yi memur eder. Bu esnada Sivas Beylerbeyi olan Sadi Beyi de Mehmed Pasa'ya yardim için göndrir. Bu arada Idris-i Bitlisî de on bin gönüllü ile bunlara iltihak eder. Diyarbakir üzerine yürüyen bu kuvvetlere karsi koyamayacagini anlayan Karahan, muhasarayi kaldirip Mardin taraflarina çekilir. Yine Idris-i Bitlisî'nin yardim ve tesebbüsüyle Mardin de alinir. Bu arada Diyarbakir'i geri almak için Karahan tarafindan yapilan hücumlar sonuçsuz kalir. Nihayet, H. 923 (M. l5l7)'de Karahan'in, Urfa ile Nusaybin arasinda bulunan Koçhisar mevkiindeki bir muharebede maktul düsmesi üzerine Diyarbakir isi tamamen Osmanlilarin istedigi sekilde halledilip bir sonuca baglanir. Koçhisar muharebesinden sonra buraya, Osmanli müteferrikalarindan olup aslen Diyarbakirli olan Ahmed Bey isminde biri, vali olarak tayin edilir.

Diyarbakir ile dogudaki diger sehirlerin alinmasinda Idris-i Bitlisî'nin büyük hizmetleri görüldü. Bu zat, Sünnî olan Kürd beylerini görüp anlasarak onlari Osmanlilarin tarafina çekmisti. Bu suretle Urmiye, Itak, Imadiye, Cizre, Egil, Bitlis, Hizan, Garzan, Palu, Siirt, Hasankeyf, Meyyafarikin, Ceziretu'b-nü Ömer gibi takriben 25 mintika beyi devlete itaatini bildirirler. Pâdisah da, eskiden oldugu gibi yerlerinde kalmak üzere kendilerine beratlar gönderdi.

Yavuz, hem bunlardan baglilik yemini almak, hem de Urmiye Gölü sahilinden Malatya'ya kadar olan yerleri tesellüm için, çok sevdigi ve hürmet edip saygi gösterdigi Idris-i Bitlisî'yi gönderir. Bölgeyi bütün hususiyetleri ile taniyan, nüfuz sahibi ve siyasî sahada mümtaz bir kabiliyete sahib olan bu zât, bölgenin manevî fâtihidir. Hest Behist adiyla bir eser yazan ve Osmanlilarin, "ilâ-yi kelimetullah" ugruna verdikleri mücadelelerde oynadiklari önemli rollerini ortaya koymak suretiyle de büyük bir Islâm âlimi oldugunu göstermistir.

Iran serdari Karahan ile Biyikli Mehmed Pasa ve Karaman Beylerbeyi Hüsrev Pasa'nin teskil ettikleri Osmanli kuvvetleri arasinda meydana gelmis olan siddetli muharebede Sah'in maiyyet askerlerini de yanlarinda getiren Iranlilar, perisan olmuslardi. Bu galibiyet sayesinde Ortadogu'daki denge Osmanlilarin lehine degismisti. H. 922 (M.l5l6)'daki bu muharebe sonucunda, Anadolu birligi perçinlenmis oluyordu. Bölgenin, Osmanli idaresine girmesinde büyük rol oynayan âlim ve tarihçi Idris-i Bitlisî'ye karsi Yavuz Sultan Selim'in, saygida kusur etmedigi anlasilmaktadir. Yavuz, Idris'i çok seviyor vekendisine gönderdigi hatt-i hümâyûnda "Umdetu'l-Efâdil, kudvetü erbâbi'l-fezâil ..." diye hitab ediyor, "hüsnü diyânet ve emanet ve fart-i sadakat ve istikameti dolayisiyle Diyarbekir vilayetinin feth-i küllisine bâis oldugu" anlatildiktan sonra "yüzünün ak olmasi" temenni ediliyordu. Padisah, bu büyük âlimin hizmet ve ihlasindan o kadar memnun olmus, kendisine o kadar yüksek bir güvenle baglanmistir ki, uygun görecegi kimselere beylik tevcihini temin için, kendisi tarafindan doldurulacak hatt-i hümâyûnlar dahi göndermisti. Müverrihin ise bunu, izinsiz kullanmadigi rivâyet edilir ki bu, Pâdisahla âlimin birbirinden baskin âlicenapliklarinin açik bir ifadesidir. Gerçekten Yavuz Sultan Selim, gönderdigi beratta Idris-i Bitlisî'ye söyle diyordu:

"Diyarbekir vilayetinin feth-i küllisine bâis oldugun ilam olunmus, yüzün ag (ak) olsun. Insaallahu'l-eazz sâir vilayetlerin dahi fethine sebeb-i küllî olasin. Benim, enva-i inâyet-i aliyye-i hüsrevânem senin hakkinda mebzûl ve munatiftir. Elhaletu hazihi, ahir-i Sevval-i Mübareke (Sevval ayinin sonuna ) degin vaki olan ulûfeniz ile 2000 sikke-i efrenciye fluri ve bir samur ve bir vasak ve iki murabba suf ve iki çuka ve bunlardan gayri bir samur ve bir vasak kürk kapli suflar dahi ve bir frengi kemha kilifli müzehheb kiliç in'âm ve irsal olundu."

Yavuz Sultan Selim, Biyikli Mehmed Pasa'ya bölge emirlerinin bagliliklarini te'yid ve kendilerine dagitilmak maksadiyle l7 sancak, sirma islemeli 500 hil'at ve 25 yük (l yük = l000000 akçadir) akça göndermisti. Hoca Sa'düddin, bu konuda "Padisah, Diyarbekir Beylerbeyisi Mehmed Pasa'ya surh ve sefidden kise-i emele sigmaz mebâlig-i kesire gönderdiler ve esbab ve emtia-i nefiseden bi had ve bi kiyas nesne ata buyurup hila-i mütenevvia-i fâhire ihsani ile serefraz eylediler. Ve ümeray-i Diyarbekir'e ve mulûk ve hukkâm-i ekrâda bahs olunmag içün 25 yük akça, ve 500 câme-i zerrin ve l7 alem-i pür tezyin irsal buyurdular." diyerek yollanan bu emtianin, Biyikli Mehmed Pasa'ya gönderildigini açiklar.

Bundan sonra, Yavuz Sultan Selim'in, Misir seferi esnasinda Haleb'in fethini müteakib, Memlûk idarî teskilâtindaki bölgeye bagli sehirlerden Malatya, Urfa, Behisni (Besni), Ergani, Harput, Divrigi ve Siverek ile diger sehirler Osmanli idaresine geçmisti.

OSMANLI - MEMLÛK MÜNASEBETLERI

Takib ettigi siyaset yüzünden iki devlet arasinda devam eden iyi münasebetlerin bozulmasina sebep olan Aalüddevle Bozkrt Bey'in, Selim tarafindan bertaraf edilip Dulkadir Beyligi'nin Sehsüvaroglu Ali Bey'e verilmesi, Memlûk Sultanligi'nda bir endiseye sebep olmustu. Bu yüzden, Selim'in Suriye islerine karismasindan çekinen Memlûklular, Iran savaslarini dikkatle takib ediyor, ayri mezhebten olmalarina ragmen, Sah Ismail'in sahsinda yeni bir müttefik buluyorlar idi. Öte yandan, Sah Ismail de Memlûk Devleti'ne müracaat etmis, Iran'dan sonra Suriye'nin de Selim tarafindan isitila edilecegine dikkati çekmisti. Iste bunun üzerine, Kansu Gavri, Sünnî ülemanin karsi koymasina ragmen, ittifak için adamlarindan birini Sah Ismail'e yollamis ve Osmanlilarin yeniden Iran üzerine yürümelerini önlemistir.

Iran ile Memlûk Devleti'nin, Osmanlilara karsi, müsterek hareketine mani olmak için tedbirler alinmasi gerekiyordu. Güneydogu'da fethedilen yerlerin elde tutulabilmesi için, Memlûk Devleti'ne bir darbenin indirilmesi gerekiyordu. Misirlilar, Osmanlilara böyle bir firsati vermekte gecikmediler. Öbür taraftan, Ortadogu "Ehl-i Sünnet" efkâr-i umumiyesi, Siâ belasina büyük bir darbe indirip, bunun ilerlemesini durduran ve asirlarca Hiristiyan dünyasinin müsterek ve güçlü kuvvetlerine karsi koyan Osmanlilar'i, Islâm riyâsetinde görmek istiyordu. Yavuz için bu, gerçeklestirilmesi zarurî bir vazife idi. Islâm riyâsetinin baslica imtiyazi olan "Hilâfet" ve "Haremeyn"e sâhip olmanin, artik Osmanli Hânedani'nin hakki oldugu düsünülüyordu. Islâm dünyasindaki "ehl-i hall ve'l-akd"in kanaatinin de böyle oldugu anlasiliyor. Zira, dogu denizlerinde dolasmaya baslayan Portekizlilerden büyük zararlar görmüs olan Memlûk Devleti, onlara karsi koyacak gücü kendinde bulamiyordu. Portekiz, l502 yilinda Hindistan'a yerleserek Hindistan ile Avrupa arasindaki bütün ticaretin kendi denetiminde olan Güney Afrika'dan dolasan deniz yolundan yapilmasini istiyordu. l507'de Aden Körfezi'nde Sokotra, l508'de de Hürmüz'ün ele geçirilmesiyle bu abluka, daha siki bir sekilde uygulanir olmustu. Böylece Memlûk ekonomisi ile devlet hazinesinde sürekli bir bunalim meydana getirmislerdi. Bu arada Sah Ismail, henüz yeni eristigi Iran körfezinin, Avrupalilarin tekeline geçmesini istemiyorsa da, Osmanlilara karsi kendisine destek olmalari karsiliginda Portekiz gemilerine yardimda bulunmaya hazirdi. Gerçekten, Dogu Akdeniz'e tam hâkimiyetin temini, Hiristiyan dünyasinin müsterek hareketine karsi Islâm âlemine yaslanma lüzumu ve Anadolu emniyetinin sürekli olabilmesi için objektif noktadan bir zaruret olarak görünen Misir seferine karar verilir.

Esâsen Misir Sultani Kansu Gavri, Dülkadir Devleti'nin ortadan kalkmasiyle "Sâhib-i Haremeyn" olarak hutbenin kendi adina okunmakta devam etmesini Sultan Selim'den istemisti. Bu teklif üzerine Pâdisah "Koca Çerkes er ise hutbesini Misir'da okutmaya devam etsün" diyerek Misir'in gelecegi hakkindaki düsünce ve niyetini açikça belli etmisti.

Hükümdara göre, bir vakitler Avrupa'ya siçrayarak muhtesem bir Müslüman - Arap medeniyeti kuran, bir taraftan da Irak, Acem, Hind ve Çin diyarlarina kadar kol atip buyruk yürüten o büyük Islâm devletinden sonra "Sâhib-i Haremeyn" ünvanina sahip olmak, fikir ve medeniyet planinda yerinde sayan su Memlûk Sultanligi'na nasil birakilirdi?

Bu düsünce ve anlayisla, bir zamanlar Islâm dini ve prensipleri adina giristigi cihadlar ile yeryüzüne baris, adalet, fazilet ve insanlik dagita dagita ögretici ve kurtarici olarak kitadan kitaya geçerken, âdil ve her kesimi memnun eden sosyal bir ahenkle beraber, gittigi yerlere tek Allah fikrinin huzurunu da tasiyarak bir yeni dünya nizaminin müjdelerini vermisti.

Iste Yavuz da, dedesi Fâtih gibi, Müslüman - Türk âlemine karsi kendini ayni borcun altina girmis, aktif bir eleman olarak görüyordu. Bu ruhla, Islâm âlemini içine düstügü karanliktan kurtarmak için onu tek bayrak altina almanin lüzumuna inaniyordu. Bu planin, mühim bir safhasi olarak da Misir seferi artik bir zaruret haline gelmis demekti. Fakat bu planin açikça bilinmeyip tahmin edilen tamamlayici çizgileri Hindistan'a ve daha kim bilir nerelere kadar variyordu.

Gerek Haliç tersanesinin genisletilmesi, gerekse seyahat maksadiyle Iran ve Arabistan'a gitmenin yasaklanmasi, Memlûk Sultani Gavri'nin telaslanmasina ve Yavuz Sultan Selim'e bir mektup göndermesine sebep olmustu. Yavuz'un Misir üzerine hareketinden dört ay kadar önce yazilmis olan bu mektupta Gavri, Pâdisah'a karsi oksayici bir uslûpla hitab ederek "Oglum Hazretleri" ifadesini kullaniyordu. Bu mektubunda Gavri, tacirler hakkinda Osmanlilarca uygulanan hükümlerden sikâyet ettikten sonra ayrica denizden ve karadan Misir üzerine gelinmek istendigini haber aldigini bildiriyor, ikisinin de Müslüman padisahlar olduklarini, hükümleri altinda bulunan insanlarin da mü'min ve muvvahidler oldugunu belirtiyordu. Bu mektuptan ve daha sonra Osmanlilar tarafindan gönderilen mektuplardan anlasilacagi üzere, herhalde her iki taraf ta, gerçek niyetlerini saklamak suretiyle birbirlerini kollama gayreti içindedirler.

Evail-i Muharrem 922 (Subat l5l6) tarihini tasiyan ve Edirne'den gönderilen mektupta Yavuz Sultan Selim, yegane gâyesinin "müfsid ve mülhid-i bî - dinin âsâr-i küfr ve dalaleti bi'l-külliye âlemden mahv eylemek niyetine diyar-isarka müteveccih olicak âdet-i sâlife muktezasinca " babasinin da yaptigi gibi kendilerinin hayir dualarini beklediklerini, kendilerine durumu bildirmek ve sadece müfsid-i bî-din üzerine gitmek istediklerini, böylece din düsmanlarini ortadan kaldirmayi hedeflediklerini, bunu yapmanin da ser'-i serif geregi oldugunu bildirdikten sonra kendileri ile bir proplemleri bulunmadigini, insa ettirdigi gemilere gelince, kendilerinin de bildigi gibi denizcilik bakimindan kâfirlere karsi cihad etmek ve onlara gâlip gelmek için bunun gerekli oldugunu bildirir. Mektubun dili ile bu konuda söyle diyordu: " Malumunuzdur ki, cânib-i bahrde (denizcilik bakimindan) cenâb-i âlimizin küffâr-i haksâre daima gazâ ve cihadi eksik olmayup hifz-i derya (denizleri korumak) için merâkibimiz cemi-i zamanda müheyyadir ki, (gemilerimiz devamli olarak hazirdirlar) bu halette muhabbete münafi bir va'd olunmamistir." Bütün bunlara ragmen din düsmani olan Safevî hükümdarini ortadan kaldirmak için kendisi onun tarafini tutar ve bu konuda onu desteklerse o zaman, Allah'in muradi ne ise o sekilde olacagini bildirmisti. Gayesinin, Misir'i zapt edip ilhak etmek olmadigini Kansu Gavri'ye bildiren Yavuz Sultan Selim, uzunca mektubunda bu konuda söyle der: "Selâtin-i Islâmiyeden hiç birinin kendüye veya memleketine tama' veya gezend (zarar) eristirmek kat'a hatira hutûr etmemistir (hiç birinin hatirina gelmemistir), dahi etmez de. Madem ki emr-i ser'-i serif icâb etmeye. Hususan, sizlerle meveddet-i sabika-i mevrusî ki derece-i übüvvet ve bünüvvete yetisüb (eskiden beri, aramizda baba ve evlad sevgisine benzer bir sevgi varken), Haremeyn-i Mükerremeyn hürmeti dahi mer'î iken makam-i âlimizden simdiye degin beyne'l-cânibeyn (iki taraf arasinda) tekdire bais bir kaziyye ve adavet (düsmanlik) ve tama-i memleketten mebni bir vaz' sâdir olmamistir."

Lütfen "Yavuz Sultan Selim 4" e geçiniz...





2008 © Copyright by cunobag® Tüm Haklar saklıdır

cunobag.tr.gg