kitapciamca.tr.gg.tr.gg / cunobag2.tr.gg / cunobag3.tr.gg /



     destek olun
     yardim sayfasi
     Ana Sayfa
     Ziyaretçi defteri
     hakkimda
     WEBMASTER
     kod editoru
     Tasarimlar
     il tasarimlari
     Arka planlar
     Butonlar
     html kodlari
     javascript
     Site ekle
     Link ekle
     gifler
     EGLENCE
     yazılarım
     hayat dersi
     sirli olaylar
     resimler
     hikaye
     siirler
     ilginc resimler
     İz Birakanlar
     devrimciler
     öyküler
     komedi
     gerekli linkler
     ....
     DERSLER
     edebiyat
     ingilizce
     fen bilgisi
     matematik
     fizik
     kimya
     biyoloji
     sosyal
     tarih
     turkce
     cografya
     psikoloji
     görsel sanatlar
     teknoloji ve tasarim
     MUZIK
     müzik nedir
     muzik dinle
     heavy metal nedir
     heavy metal
     .
     site haritasi



- SOSYAL BİLGİLER (atatürkçülük ilkeleri)


Cumhuriyetçilik

Cumhuriyetçilik, milli hakimiyete dayanan, çağdaş ve demokratik idareyi amaç edinen bir yönetim prensibidir. Bu ilke, devlet düzeni ve yönetiminde, belirli şahısların veya zümrelerin hakimiyetinin önlenmesi noktasında en sağlam teminattır. Öyle ki, bu ilke yara aldığında, artık milletin gerçek "hakimiyeti"nden söz etmek mümkün olmaz.

" ...Cumhuriyetimiz öyle zannolunduğu gibi zayıf değildir. Cumhuriyet bedava da kazanılmış değildir. Bunu istihsal (elde etmek) için mebzulen (çok) kan döktük. Her tarafa kırmızı kanımızı akıttık. İcabında müessesatımızı müdafaa için lazım olanı yapmaya amadeyiz."

Atatürk, Milli Mücadele döneminde ve sonrasında, milletin hiçbir sınıra ve baskıcı uygulamaya bağlı kalmadan, tam bağımsız bir yapıya sahip olmasını istemiş ve halk yönetimini savunmuştur. Bu bakımdan Cumhuriyetçilik ilkesini, 'milli hakimiyet' prensibi ile birleştirmiş ve "Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir" diyerek, bu düşüncesini en açık bir biçimde ifade etmiştir.

Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara'da kurulan hükümet sistemi, resmi adı Cumhuriyet olmamasına rağmen, aslında fiilen bir cumhuriyetti. Çünkü, halkın seçtiği bir temsilciler meclisi ile bu meclis denetiminde ülkeyi yöneten bir hükümet vardı. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra, Türk Devletinin yönetim şekli kesinlik kazandı; 29 Ekim 1923'te, Cumhuriyet resmen ilan edildi.

Cumhuriyet'in ilanından sonra ilk olarak, 1924 Anayasası'nın 1. Maddesine "Türkiye devleti bir Cumhuriyet'tir" hükmü konuldu. Daha sonra da, 1961 ve 1982 Anayasaları'nda bu hüküm korunmakla beraber, 1. Maddenin değiştirilemeyeceği, değiştirilmesinin de önerilemeyeceği hükmü getirildi

Anayasalar ile korunma altına alınan ve milli hakimiyet anlayışının bir sonucu olarak ortaya çıkan Cumhuriyet idaresinin önemi, Atatürk'ün şu sözlerinden de anlaşılmaktadır:

"Türk Milletinin tabiat ve şiarına (karakter ve adetlerine) en mutabık olan idare, Cumhuriyet idaresidir"

"Cumhuriyet, yüksek ahlaki değer ve niteliklere dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir."

"Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemiyle devlet şekli demektir."

Yine Atatürk'e göre, Cumhuriyet anlayışında, düşünce serbestliği vazgeçilemeyecek prensiplerdendir.

"En büyük hakikatler ve terakkiler, fikirlerin serbest ortaya konması ve teati edilmesi ile meydana çıkar ve yükselir."

Ancak Atatürk'e göre "serbest düşüncenin" kendine has bir sınırı vardır. Mustafa Kemal Atatürk, Afet İnan'a söyleyip yazdırdığı Medeni Bilgiler kitabında, bizzat kaleme aldığı "hürriyet" bölümünde şunları yazmıştır: "Hürriyet, insanın, düşündüğü ve dilediğini mutlak olarak yapabilmesidir." Mustafa Kemal Atatürk, düşünce-eylem serbestliğinin sınırlarının, devletin ve milletin menfaatlerini tehlikeye sokmayacak, onları koruyacak şekilde olması gerektiğini aşağıdaki şu sözleriyle belirtmiştir:

"Ferdin birinci hakkı, tabii kabiliyetlerini serbestçe inkişaf ettirebilmesidir. Bu inkişafı temin için ise, en iyi vasıta, ferde diğerinin muadil (benzer) hakkını ızrar (zarar) etmeksizin, tehlike ve zarar kendine ait olmak üzere, ona kendi kendini istediği gibi sevk ve idare etmeye müsaade etmektir...Bu haklara hürmet etmeyen siyasi cemiyet esaslı vazifesinde kusur etmiş olur, ve devlet mevcudiyetinin hikmetini ve manasını kaybeder...

Ferdi hürriyeti düşünürken, her ferdin nihayet bütün milletin müşterek menfaati ve devlet mevcudiyeti göz önünde bulundurmak lazımdır. Anlaşılıyor ki ferdi hürriyet mutlak olamaz. Diğerinin hak ve hürriyeti milletin müşterek menfaati, ferdi hürriyeti tahdit (sınır) eder. Ferdi hürriyeti tahdit, devletin de adeta esası ve vazifesidir.... aynı zamanda bütün hususi faaliyetleri, umumi ve milli maksatlar için, birleştirmekle mükelleftir... çünkü ferdi hürriyet derecesi, devlet faaliyetlerini zafa düşürmemek lazımdır. Devletsiz bir cemiyet, veyahut zayıf bir devlet hayatının neticesi, herkesin herkese karşı mücadelesidir. Bu mücadele ekseriyetin hürriyetini bozmayacak surette, tadil (uygun) olunmak lazımdır...Devlet sanatı işte budur. Bu sanatta isabetin derecesi hürriyetlerin hudutlarını çizen konuda görülebilir. Çünkü "bu hudut kanun marifetiyle tesbit ve tayin edilir" her halde, vatandaşların, umumi hürriyet ve saadeti için fertlerden, ancak devlet için zaruri olan bir kısım hürriyetlerinin bırakılması istenebilir." 

Atatürk, zorlu yollardan geçilerek ve çok kan kaybedilerek kurulan Cumhuriyet'in iç ve dış düşmanlara karşı koruma ve kollama güvencesini de yine çok güvendiği Türk Milleti ve Türk Ordusuna bırakmıştır:

 Türkiye Cumhuriyeti yalnız iki şeye güvenir. Biri millet kararı, diğeri en üzücü ve güç şartlar içinde dünyanın takdirlerine hakkıyla layık olma niteliğini kazanan Ordumuzun kahramanlığı, bu iki şeye güvenir."

Atatürk, Türk Devletinin geleceğinin teminatı olan ilkelere yönelik dış ve iç saldırılara, Türk Milletinin Cumhuriyet'ten aldığı güçle karşılık vereceğini şu sözleriyle belirtmiştir:

 Temeli büyük Türk Milletinin ve onun kahraman evlatlarından mürekkep büyük Ordumuzun vicdanında akıl ve şuurunda teessüs (esaslanmış) etmiş olan Cumhuriyetimizin ve milletin ruhundan mülhem (ilham edilmiş) prensiplerimizin bir vücudun izalesi (yok edilmesi) ile haleldar (bozukluk) olabileceği zehabında bulunanlar, çok zayıf dimağlı bedbahtlardır. Bu gibi bedbahtların, Cumhuriyet'in adalet ve kudret pençesinde müstahak oldukları muameleye maruz kalmaktan başka nasipleri olamaz. Benim naciz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebed payidar olacaktır. Ve Türk Milleti emniyet ve saadetini zamin prensiplerle medeniyet yolunda, tereddütsüz yürümeye devam edecektir."

Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Atatürk, başka bir konuşmasında da, bu düşmanca hareketlerin Türk Milletinin 'amansız kahrı' altında darmadağın olacağını belirtmiştir:

Bundan sonra yalnız bir şey varid-i hatır olabilir. O da bazı adi politikacıların, hasis menfaatperestlerin o vehim ve hayali uyandırmaya çalışması o yüzden tatmin-i hırs ve menfaat düşüncesinden ibarettir. Temin ederim ki, bu gibiler her ne şekil, suret ve vesile ile olursa olsun, mevcudiyetlerini ihsas ettikleri gün, Türk Milletinin amansız kahrına hedef olmaktan kurtulamayacaklardır."

Milliyetçilik

Milliyetçilik; Mustafa Kemal Atatürk'ün bizlere miras bıraktığı Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin birarada durmasını sağlayan temel ilkelerden biridir. Atatürk, milletin içine düştüğü o karanlık günlerde, birlik ve beraberliği kurmaya çalışmış, istiklal mücadelesini 'milliyetçilik' etrafında tesis etmiştir.

Mustafa Kemal, kimilerinin manda yönetimiyle İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri'ne bağlanıp kurtulma çareleri aradıkları zamanlarda, bütün bu düşüncelerin aksine, sadece Türk Milletine ve onun yüksek bağımsızlık karakterine güvenmiştir.

Atatürk, istiklal mücadelesini Türk milliyetçiliği prensibi üzerine kurarak başlattığını, 1937 yılında Ankara Halkevi'nde yapmış olduğu bir konuşmada şöyle belirtmiştir:

"Ben 1919 senesi Mayısı içinde Samsun'a çıktığım gün, elimde maddi hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız Türk Milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek manevi bir kuvvet vardı. İşte ben bu milli kuvvete, bu Türk Milletine güvenerek işe başladım"

Yine Büyük Atatürk, bu şevk, heyacan ve birliktelikle kurulan Cumhuriyet'in ilelebet yaşaması konusunda, milliyetçilik prensibinin önemini şu şekilde belirtir;

"Bir millet diğer milletlere nispetle tabii veya mükteseb (sonradan) hususi karakterler sahibi olması, diğer milletlerden farklı bir uzviyet teşkil etmesi, ekseriya onlardan ayrı olarak onlara muvazi inkişafa sai bulunması keyfiyetine milliyet prensibi denir.

Bu prensibe göre, her fert ve millet kendi hakkında hüsniniyet, topraklarına bizzat kayıtsız tesahup (sahip çıkma) talep etmek hakkına ve hürriyetine maliktir. Bu düstur bize hangi milletlerin hür, hangilerinin hürriyetinden şu veya bu şekilde mahrum olduklarını yani millet namını taşımaya layık olmadıklarını kolaylıkla gösterir." 

Bir milletin teşekkülü için, öncelikle belirli şartların biraraya gelmesi lazımdır. Atatürk, bu şartları şu şekilde sıralamıştır:

"a- Siyasi varlıkta birlik, b- Dil birliği, c- Yurt birliği, d- Irk menşei birliği, e- Tarihi karabet (yakınlık), f- Ahlaki karabet

Türk Milletinin teşekkülünde mevcut olan bu şartların hepsi birden diğer milletlerde yok gibidir."

Büyük Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yukarıdaki maddeleri benimseyen ve bu doğrultuda "Ne Mutlu Türk'üm" diyen herkesin Türk Milletinin mensubu olduğunu belirtir:

"Millet dil, kültür ve ideal birliği ile birbirine bağlı vatandaşların oluşturduğu bir siyasi ve içtimai heyettir"

Yine başka bir ifadesinde Atatürk: "Türk milliyetçiliği, terakki ve inkişaf yolunda ve beynelminel temas ve münasebetler de bütün muasır milletlere muvazi ve onlara bir ahenkte yürümekle beraber Türk içtimai heyetinin hususi seciyelerini ve başlı başına müstakil hüviyetini mahvuz tutmaktır"  diye belirtmiştir.

Yukarıdaki sözlerden de anlaşılacağı gibi, Atatürkçü Türk milliyetçiliğinde asıl hedef; her sahada ilerlemenin tamamlanması ve medeni ülkelerle aynı seviyede yürünmesidir. Fakat Türk, bunları yaparken kendi yüksek karakterinden ve benliğinden taviz vermeyecektir. Bu, milli kültürün etrafında, milli birlik ve beraberlik çerçevesi içinde gerçekleşecektir. Eğer milli beraberlik ihdas edilemezse, bölücü unsurlar, ülke bütünlüğüne zarar verir duruma gelecektir.

"Bizim milletimiz, milliyetinden habersiz oluşunun çok acı cezalarını gördü. Osmanlı İmparatorluğu dahilindeki çeşitli kavimler, hep milli esaslara sarılarak milliyet duygusunun kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden kovulunca anladık. Kuvvetimizin zaafa uğradığı anda bizi tahkir ettiler, aşağıladılar. Anladık ki kabahatimiz kendimizi unutmaklığımızmış. Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak evvela bizim kendi benliğimize ve milliyetimizi bu hürmeti, hissen, fikren, fiilen bütün hareketlerimizle gösterelim; bilelim ki milli benliğini bulamayan milletler, başka milletlerin avıdır." 

Mustafa Kemal Atatürk, Türk Milletinin kendi varlığını sürdürebilmesi için milliyet bağıyla sımsıkı kenetlenmesi gerektiğini şöyle belirtir:

"Milletin varlığını sürdürmek için fertleri arasında düşündüğü ortak bağlar, asırlardan beri gelen şekil ve mahiyetini değiştirmiş, yani millet, dini ve mezhebi bağ yerine Türk milliyeti bağıyla fertlerini toplamıştır."

Atatürk milliyetçiliği "Ne Mutlu Türk'üm Diyene" sözü ışığında, ülkesinin refahı ve istikbali için çalışan, milli birlik ve beraberlik etrafında toplanan herkesi din, dil, ırk ayrımı gözetmeden kabul eder.

Atatürk'ün milliyetçilik esasında, ırk bağı üstünlüğünü savunan, şovenist, kafatasçı ve Türk Milletinin yüksek karakterine uyum göstermeyen, Türk'ü yıkmaya çalışan faşizm, komünizm gibi zararlı akım ve ideolojilere de yer yoktur. Atatürk bu konuyu şu sözleriyle bizlere bildirir:

"Komünizm içtimai bir meseledir. Memleketimizin hali, memleketimizin içtimai şeraiti, dini ve milli ananelerinin kuvveti, Rusya'daki komünizmin bizce tatbikine müsait olmadığı kanaatini teyid eder bir mahiyettedir."

"Bizim bakış açımız, bizim prensiplerimiz cümlece malumdur ki bolşevik prensipleri değildir ve bolşevik prensiplerini milletimize kabul ettirmek için şimdiye kadar hiç düşünmedik ve teşebbüste bulunmadık."

Atatürk milliyetçiliği, Türk'ün yüksek karakterinden gelen üstün ahlakıyla, diğer milletlerin yaşama hakkına, onların bağımsız ve hür iradelerine saygılıdır.

14 Ağustos 1920 tarihinde sorulan bir soruya Atatürk, "Bize milliyetçi derler. Fakat biz öyle milliyetçileriz ki bizimle birlikte çalışan bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Onların bütün milliyetlerinin gereklerini tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz herhalde bencil ve marurane bir milliyetçilik değildir"  diye cevap verir.

Atatürkçü Türk milliyetçiliğinde, milletin, baskı şiddet ve tahakküm altında yönetilmesine yer yoktur; Türk'ün yüksek karakterinden doğan barışseverliği, milliyetçilik ilkesinde de kendini gösterir:

"İnsanları mutlu edeceğim diye onları birbirine boğazlatmak insani olmayan ve son derece üzücü olan bir sistemdir. İnsanları mutlu edecek tek vasıta onları birbirine yaklaştırarak onlara birbirlerini sevdirerek karşılıklı maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamaya yarayan hareket ve enerjidir. Dünya barışı içinde insanlığın gerçek mutluluğu ancak bu yüksek ideal yolcularının çoğalması ve başarılı olmasıyla mümkün olacaktır."

Türk milleiyetçiliği, insancıl yönüyle bütün dünya milletlerine örnek olmaktadır. Türk Milletinin ahlaki yapısı, onun karakterinde önemli bir yer tutar. Türk ahlakı, milli değerlerin ve milli birliğinde oluşmasında da etkilidir. Atatürk, Afet İnan'a yazdırdığı Medeni Bilgiler kitabında, "Türk Milletinin ortak görünen bir hali vardır. Gerçekten dikkat edilirse Türklerin aşağı yukarı ahlakları hep birbirine benzer. Bu yüksek ahlak hiçbir milletin ahlakına benzemez. Ahlakın bir milletin meydana gelmesinde yeri çok büyüktür önemlidir" demektedir.

Atatürk milliyetçiliği ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları dışında kalan Türkleri de benimser ve kardeş sayar. Bu anlamda, kültür birliğinin sağlanması için onlarla bağlantılar kurar. Fakat bu noktada, herkesin bulunduğu ülke sınırları içinde yükselmesini ve Türk karakterinin yüksek özelliklerini sergilemesini de ister. Atatürk bu konuda şunları söylemektedir:

"Türkiye dışında kalmış Türkler, önce kültür meseleleriyle ilgilenmelidirler. Nitekim biz Türklük davasını böyle uygun bir ölçüde ele almış bulunuyoruz. Büyük Türk tarihine, Türk dilinin kaynaklarına, zengin lehçelerine, eski Türk eserlerine önem veriyoruz. Baykal ötesindeki Yakut Türklerinin dil ve kültürlerini dahi ihmal etmiyoruz."

 

 

Halkçılık

Atatürk, halkçılık ilkesiyle, Türk Milletini, sınıf esasına dayalı sosyalizm, komünizm gibi milli birlik ve beraberliği yok edici, Türk'ün yüksek karakterine ters düşen zararlı akımlardan korumayı amaçlamış, sınıf ve zümre hakimiyetine son vermeyi esas almıştır.

"Atatürkçülükte halkçılık, sosyalizm ya da komünizm gibi zararlı olan akım ve ideolojelerdeki ifadeler dışında tamamen farklı bir mana taşır. Marksist-Leninist düşünceye bağlı olanlar millet anlayışı yerine halklar, halk idaresi yerine proleterya diktatörlüğü, Cumhuriyet yerine de tek partili muhalefetsiz bir parlamento ve halkın devlete köleliği esasını koymuşlardır."

Halkçılık uygulaması ile halk, kendi belirlediği yönetimiyle, tam bir demokrasi yöntemi gerçekleştirir. Bu ilkeyle, toplum içindeki sınıflar problemi ortadan kaldırılır; böylece, kişi ya da zümrelerin birbirleri üzerindeki tahakkümleri engellenmiş, herkes kanunlar ve hukuk yönünden eşit sayılmış, kişi hak ve özgürlüklerini hiçe sayan uygulamalar ortadan kaldırılmış olur. Çünkü Halkçılık ilkesine göre, herkes eşittir ve herkes halktır.

Afet İnan'ın Medeni Bilgiler kitabındaki, Atatürk'ün el yazmalarında, bu konu şöyle açıklanmıştır:

"Biz memleket halkı, kişi ve çeşitli sınıf mensuplarının birbirlerine yardımlarını aynı kıymet ve nitelikte görürüz. Hepsinin menfaatlerinin aynı derecede ve aynı eşitlik duygusu ile karşılanmasına çalışmak isteriz. Bu şeklin, milletin genel refahı, devlet bünyesinin sağlamlaştırılması için daha uygun olduğu kanaatindeyiz. Bizim düşüncemizde; çiftçi, çoban, amele, tüccar, sanatkar, asker, doktor, kısacası herhangi bir sosyal müessesede çalışan bir vatandaşın hak, menfaat ve hürriyeti eşittir. Devlete bu anlayış ile azami yardımcı olmak ve milletin güvenci ve iradesini yerinde sarf edebilmek, bizce, bizim anladığımız anlamda halk hükümeti idaresi ile mümkün olur."

Bu ilke etrafında milleti meydana getiren unsurlar, birbirlerinin haklarına saygılı ve yardımsever olarak, ortak bir geleceği yaşamak için halkı oluştururlar. Bunu da Atatürk şöyle ifade eder:

"Türkiye halkı ırkı veya dini ve kültürel yönden birleşmiş bir diğerine karşı, karşılıklı hürmet ve fedakarlık hisleriyle dolu ve kaderi ve geleceği ve çıkarları ortak olan bir toplumdur."

Yine Atatürk, Türk halkının çıkarlarının birarada yaşamayı gerektirdiğini, bu ortak çıkarların sınıfsal çatışmayı ortadan kaldırdığını belirtmiştir:

"Bizim halkımız çıkarları birbirinden farklı sınıf halinde değil; aksine varlıkları ve çalışmalarının sonuçları birbirine lazım olan sınıflardan ibarettir."

Atatürk ilkeleri içinde yer alan halkçılık, milli iradeyi ve bütünlüğü meydana getirir. Halkçılık, halk yönetimini savunduğunu iddia eden sosyalizm ve komünizm gibi ideolojilerden farklıdır; Türk Milletinin yapısına tam bir uyum gösterir. Atatürk bir demecinde halkçılığı, "Efendiler bizim hükümetimiz demokratik bir hükümet değildir. sosyalist bir hükümet değildir... Fakat milli hakimiyetini, milli iradeyi tecelli ettiren bir hükümettir. Fakat ne yapalım demokrasiye benzemiyormuş, sosyalizme benzemiyormuş, hiçbir şeye benzemiyormuş! Efendiler biz benzememekle ve benzetmemekle iftihar etmeliyiz çünkü biz bize benziyoruz"  diyerek açıklamıştır.

Atatürkçülük'te halkçılık, Türk'ün karakterine tam bir uyum sağlar; Türk'ün şartlarına göre yapılandırılmıştır. Halkçılıkta, halkla berber, halk için bir uygulama söz konusudur. Kanunlar önünde eşit olan halkın kendi sorumluluğu da bellidir: Milleti meydana getiren halk, sosyal işlerin görülmesi için çalışmak zorundadır. Çalışıp topyekün ilerleme sağlanarak, milletin geleceği teminat altına alınmış olur. Bir kesim çalışıp bir kesim de onları sömürme yoluna girerse, toplum içindeki sosyal barış bozulur. Atatürk, Halkçılık ilkesi doğrultusunda, medeni ülkeler seviyesine çıkmak için, Türk Milletinin topyekün bir çalışma programı uygulaması gerektiğini bizlere şu şekilde belirtmiştir:

"Ne olduğumuzu bilelim. Kurtulmak, yaşamak için çalışmaya mecbur olan bir halkız. Bundan dolayı her birimizin hakkı vardır, yetkisi vardır. Fakat çalışmak sayesinde bir hakkı kazanırız. Yoksa arka üstü yatmak ve hayatını çalışmaktan uzak geçirmek isteyen insanların bizim toplumumuz içinde yeri yoktur. O halde... halkçılık toplum düzenini çalışmaya hukuka dayandırmak isteyen bir toplum sistemidir." 

Türk Milletinin medeni ülkeler seviyesine çıkabilmesi, kendi geleceğine sahip olmasına, fertlerin ve toplumun bütün kurum ve kuruluşlarıyla bu ilkeye sahip çıkarak yönetimi en iyi şekilde kullanmasına bağlıdır.

Devletçilik

Atatürk ilkelerinde devletçilik anlayışı; milli birliğin ve beraberliğin oluşturulması yönünde, ahlaki, sosyal ve milli bir durum arzader. Bu durumu Atatürk, şöyle belirtmiştir:

"Milli gelirin tevziinde (dağılımında) daha mükemmel bir adalet ve emek sarfedenlerin daha yüksek refahı, milli birliğin muhafazası için şarttır. Bu şartı daima gözönünde tutmak, milli birliğin mümessili olan devletin mühim vazifesidir." 

Uygulanmış olan devletçilik prensibi, komünist rejimlerdeki gibi özel sektörü yok edici, hür teşebbüsü engelleyen bir anlayış içermez. Atatürk, bu farklı anlayışı, Medeni Bilgiler kitabında şu şekilde belirtmiştir:

"Bizim takibini muvafık (uygun) gördüğümüz "devletçilik"prensibi bütün istihsal (üretim) ve tevzi (dağıtım) vasıtalarını fertlerden alarak milleti büsbütün başka esaslar dahilinde tanzim etmek gayesini takip eden ve hususi ve ferdi iktisadi teşebbüs ve faaliyetlerine meydan bırakmayan sosyalizm prensibine müstenit (dayalı) kollektivizm yahut komünizm gibi bir sistem değildir." 

atürk'ün uyguladığı devletçilik sistemi, Türkiye'nin şartlarında doğmuştur; Türk Milletinin karakterine uygun bir sistemdir.

"Türkiye'nin tatbik ettiği devletçilik sistemi, 19 .asırdan beri sosyalizm teorisyenlerinin ileri sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem değildir. Bu Türkiye'nin şartlarından doğmuş Türkiye'ye has bir sistemdir. Devletçiliğin bizce anlamı şudur; Kişilerin özel teşebbüslerini ve şahsi faaliyetlerini esas tutmak, fakat büyük bir milletin ve geniş bir memleketin bütün ihtiyaçlarını ve çok şeyler yapılmadığı göz önünde tutarak, memleket ekonomisini devletin eline almak. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk vatanında asırlardan beri şahsi ve özel teşebbüslerle yapılamamış olan şeyleri bir an önce yapmak istedi; ve kısa zamanda yapmayı başardı. Bizim takip ettiğimiz bu yol, görüldüğü gibi liberalizmden başka bir yoldur."

Devletçilik ilkesiyle devlet; ülkenin birlik ve beraberliği için her türlü çalışmayı yapmak ve yaptırmakla mükellef kılınmıştır. Atatürk bu mükellefiyeti, yine kendi el yazılarında şöyle belirtmiştir:

"Milli gelirin dağılımında, daha mükemmel bir adalet vermek sarf edenlere daha yüksek refah sağlanması, milli birliğin korunması için şarttır. Bu şartı daima göz önünde tutmak, milli birliğin temsilcisi olan devletin önemli vazifesidir..

Halkın menfaatine hizmet eden müesseselerin, çoğaltılması devletin ehemmiyetle göz önünde tutacağı bir meseledir. Bu sayede sırf menfaatperest faaliyetler tahdit olunur. Bu hal vatandaşlar arasındaki ahlaki tesanüdün inkişafına yardım eden mühim bir amildir. Memlekette her nevi istihsalin (üretim) ziyadeleşmesi için, ferdi teşebbüsün devletçe elzem olduğunu ehemmiyetle kaydettikten sonra beyan etmeliyim ki "devlet ve özel teşebbüs birbirine karşı değil, birbirinin tamamlayıcısıdır." 

Laiklik

Laiklik, genel anlamıyla din ve dünya, din işleriyle devlet işlerinin birbirinden ayrılması, böylelikle toplum içinde inanç ve ibadet serbestliğinin sağlanması olarak tanımlanır. Atatürk laiklik ilkesini de milli birlik ve beraberliğin sağlanması yönünde, devletin geleceği ve mevcudiyeti noktasında gerekli görmüştür. Laiklik ilkesiyle milli iradenin bütünleşmesinde kolaylık sağlanmış olur.

Laiklik ilkesiyle, fertlerin ibadet ve inanma hürriyetleri de kanunla koruma altına alınmış olur; şahıslara inanmaları ya da inanmamaları yönünde yapılan baskılar ortadan kaldırılmış olur. Böylece, insanların birbirlerine hoşgörüyle bakmaları sağlanır. Laiklik, bu yönüyle de İslam diniyle uygun bir yapı arzeder. Çünkü dinde, zorlamayla ve menfaatler karşılığı yapılan ibadetlerin bir değeri yoktur. Dinde, Allah'a yönelik Allah rızası için yapılan ibadetler bir değer taşır.

Bunların yanı sıra, laiklik ilkesi kesin olarak dine karşı değildir. Atatürk bir konuşmasında, bu konuyla ilgili olarak şunları söylemiştir:

"Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için gerçek dindarlığın gelişmesi imkanını temin etmiştir. Laikliği dinsizlikle karıştırmak isteyenler, ilerleme ve canlılığın düşmanları ile gözlerinden perde kalkmamış doğu kavimlerinin fanatiklerinden başka kimse olamaz." 

Yine Atatürk:, "Softa sınıfının din simsarlığına izin verilmemelidir. Dinden maddi menfaat temin edenler iğrenç kimselerdir. İşte bu duruma karşıyız ve buna müsaade etmiyoruz"  diyerek, milli birlik ve beraberliği ortadan kaldıracak olan bu tür ayrımcılıklara taviz verilmeyeceğini göstermiş olur.

Laiklik ilkesiyle şahıslar, hurafelerden temizlenmiş doğru ve gerçek bilgiyi, vicdan ve din hürriyetini sağlama almış olurlar.

"Laiklik yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir; Bütün vatandaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü de demektir."

 

 





2008 © Copyright by cunobag® Tüm Haklar saklıdır

cunobag.tr.gg